KİŞİNİN  ADI
Blaga Dimitrova

Adı, Baba Adı, Soyadı.
Tüm kimlik belgelerine bunları yazmalısın.

Bunlar olmadan  sen “hiçbir  kimse”sin. Adını sen seçmiyorsun, ama hayatının ilk bilinçli adımlarından son adımlarına  kadar  Ad’ını sen yaratıyorsun. Onu gün be gün, çabalayarak yaratıyorsun. Adını temiz korumak için  sefalete, çileye  katlanıyorsun. Hatta bir takım bilinmeyen iç yasalara göre, istemeden ‘Ad’ına  benzemeye  başlıyorsun. O sana anne kucağındaki ninniden, büyüklerinin  seni  eşikten  çağırmalarından, pencere altında akranlarının haykırışlarından beri, bütün sevdiğin ve düşman bildiğin seslerle, kendi cildin  gibi  sana yapışmıştır. Senin özel yükümlülüklerin, vatandaşlık ve insanlık borcun sana  ‘Ad’ınla hitap eder. Ve sen ‘Ad’ına önem, değer veriyorsan  sessiz kalamazsın. Büyük felaketlerde, senin için ‘Ad’ın, hayatından da önemlidir. Yalnız ve yalnız temiz ‘Ad’ını kirlememek için ölüm tehlikesini göze alabilirsin. O, dünya önünde senin Yüzündür, senin Onurundur, senin emsalsiz Kişiliğindir. Senin ölümünden sonra ‘Ad’ın  yakınlarına, belki de Halkına kalacaktır. Böylece, sen ‘Adınla’  yaşamakta  kalacaksın. Kahpelik ederek  vicdanını satarsan, sen ‘Ad’ına ebediyen leke sürmüş olursun. Ne Zaman, ne  Fezaya kaçış, ne de unutkanlık-bunların hiç biri bunu silemeyecektir, bu leke senin en gafil zamanında  karşına  çıkacaktır. Bu lekeyi sözle silemezsin, bu lekeyi sırf bir ülkü için feda ettiğin, kendi kanın, fedakârlık ile yaptıkların, temizleyebilir.
Baba ‘Ad’ını sana veren büyüğün, onu hayatı boyunca, senin için  bu ‘Ad’ı, yaşamın sinsi kapanlarından  korumuştur.
Toplum seni ilk defa bu ‘Ad’ınla kabul etmektedir- sen  ‘Belli Bir Kişinin’ çocuğusun. Bundan sonra sen, onu çamurlamamaya ve aşağılamamaya özen göstererek ve daha da yüceltmeye çalışarak, buna kendi karakter özelliklerini katarsın. Yaşların ilerlemesi ile ‘Baba  Adının’ değeri senin için git gide  artar, o daha fazla “senin” olur, ona ne kadar da çok borçlu olduğunu anlarsın, onunla iftihar edersin, onun  alçakgönüllülüğünde ve bilinmezliğinde, gizli  olan gerçek erdemleri keşfederek  onun vasiyetine daha  da bağlanırsın. Soyadın seni soy zincirine bağlar. Soy zincirimiz, tarihi Balkanlı kaderimiz nedeniyle, birçok kez kopuktur, yüzyılların  fırtınasında yeniden  kurulamaz  şekilde, dağılmıştır. Fakat dedenden  veya büyük  atandan   sana aktarılandan, soysuz olmadığını, zamanın  alaboralarına   dayanmış bir soya  ait olduğunu, sana miras olarak bir Soyadı temin edebilmiş  sülaleye mensup olduğunu  iletmektedir. Bu hiç de az değildir. Bu her şeydir. Bu kısacık var olmanın  Kalıcılığıdır. Onun vasıtası ile sen Geçmişin ve Geleceğin  arasında canlı bir zincir halkasına dönüşmektesin. Soyadına  el uzatan,  seni Zaman dışı eder, seni kökensiz ağaca  dönüştürür. Ve işte böyle sende, kan bağlı olduğun Soy bilinci uyanır. Bunların zamanı geçtiği inançlar  diye düşünsen bile, kaybetmenin verdiği  o dayanılmaz acı seni kendine getirir. Baba adınız sizden alındığında  içinizde  ummadığınız  aşağılanma  ve  intikam hissi uyanır. O derinliklerimizden kalkıp gelen, geçmişte  aileler yok eden, “kan davası” hakkımız – bizi Öç alma hakkımız, “vendetta”, dalgası  alır.
Zorla kendi ‘Ad’ınızı  koparıp başka ‘Ad’la değiştirilmesi kişiliğinize dayanılmaz bir tecavüzdür! Seni “sen olarak”  yok etmek, yüz hatlarını silmek üzere çehrene kükürt asidi atmışlar gibi olursun.

Böyle bir terör eylemi insan onurunun  özüne - “kişinin kendiliğinin bilinci”ne   dokunur. Seni özgeçmişinden yoksun bırakırlar. Haklı infialiniz  ve hiddetiniz, onurunuzu savunmak, toplumda yerini korumak, hayattaki edinimlerinizi savunmak  üzere  bilinmeyen  şekiller alıp, bilinmez yollara koyulabilir. İnsanın gayesi bir ‘Ad’dan başka nedir ki…?
Bulgar idaresi, soylarına   bakmaksızın,  kendini Türk   veya Müslüman  bilen vatandaşlarımızın   ‘Ad’larını  işte böyle, zorla  aldı. Bu yüzyıllarca halkların kavşağı olan Balkan yarımadasında, milletlerin soylarını tespit etmek, Bulgarların  da soylarını tespit etmek kadar zordur. Nesillerin, toplum içinde beraberliğini  teyit eden   kutsal devamlılığına, kirli eller  sokulmuştur. Bir Rodop Pomak köyünde  şunu duydum: Çocuklar, genç bayan öğretmenin onlara seçtiği: Elitsa, Borko, Sırnitsa, Elenko  ve diğer  yeni isimler almıştır. Eve gelince acayip bir değişim gözlenmektedir. Eski âdete göre,  soyun zincirini devam ettirmek üzere, torun dedesinin adını  taşımaktadır. Şimdi, alarını  alıp, korunup, onların ‘Ad’ları  ile  ölümsüzleşeceği  tesellisi   yaşlılardan alınmıştır. Ve torunların aldığı yeni ‘Ad’ları  kendilerine  takmaktadır. Dünya onlar için  tersine  dönmüştür. Bunlar, sanki yaşamamış, sanki bu dünyada emek vermemiş  gibi, kimsenin bilip hatırlamadığı, Elitsa  nine, Borko dede  olarak ölecektir.
Burada kan dökülmemektedir. Trajedi başka yerdedir: kişinin izleri silinmektedir. Soydan gelen göbek bağının, soy zincirinin koparılması, çocuk ve ebeveynlere, kardeşlere ve kız kardeşlere, farklı  ‘Ad’lar  konulması daha da küstahça, dehşet vericidir. Tank muhasarası ile desteklenen  bürokrasi  emirleriyle, yüz yıllarca temiz Bulgar  dilinde söylenen  fevkalade  güzel
Feyminko le mome”, “Rafinka”, “Seyfinka  bolna  leji” Rodop şarkılarının adlarını  da mı değiştirecekler? Biz dramatik tarihimizden
bu  adların yatağanla konulduğunu  bilmekteyiz, ama yatağan altından  bize kadar ıslav “-ina”,“-inka” takılarının  geldiğini  ve bunların soy ağacı hakkında yeterince bilgi verdiği aşikârdır. Bugün, 21 y.y  eşiğinde, ortaçağ vahşetlerini  tekrar etmek mümkün mü?
Bu barbarlık  sırf Müslüman ahalisi ile kısıtlı değildir. Bu insan haklarının genel ihlalinin  bir parçasıdır. Benim has Bulgar adım de alınarak bana “soyunu satan”, “hain”,
demagog”, “kışkırtıcı” gibi aşağılayan yaftalar yapıştırılmadı mı? /Lit. Front” gazetesi-9.11.89 ve kapalı parti toplantıları/. Bunların   benim şahsıma uygun olup olmadığı  sorgulanmamaktadır. Kimse bana  bu Adımın değiştirilmesine nedenin ne olduğunu açıklamıyor, bunlara ne hakla layık olduğumu anlatmıyor. İftiralardan kendimi savunmama  fırsat vermiyor. Hatta tersine. Şimdiye kadar hayatımda yaptığım
her şeyin üzerine çizgi çiziliyor. Bir kişiye  yapılan  tehdit, herkese yapılan tehdit olduğu  bilinir.
Daha kaç kişiye  tükürüldü, iftira atıldı? Daha kaç sanatçının isimleri inkâra  ve sessizliğe gömüldü, bu ülkede kaç  genç yaratıcı daha filizlenmeden yok edildi? Her gün geçtiğimiz sokakların isimleri kaç kere  değişti? Ben nerede yaşıyorum? Bu şehir benim şehrim  mi, yoksa hayatımı alıp değiştirdiler mi? Benim hayatımı kim sahipleniyor? Benim ülkemde  hiç mi  ‘Ad’ın  değeri  yok? Yoksa o, körü körüne, idarede bulunanların  keyfiyetinde, emrinde mi? Zorla  ‘Ad’ değiştirmek Geçmişi iptal etmektedir, tecrübeyi  silmektir, tarihi ezip geçmektir. Müslüman isimli insanların  Tıbbi belgeleri bile yok edilmiştir! Dozerlerle mezarlar karıştırılmış, üzerinde  hilal olan mezar taşları yok edilmiştir! Ölülerin hatırasına korku ve saygı  yok!
Sayısız mahkeme  belgesi, adliye  arşivleri, belediyelerde medeni kayıtlar, okullarda  okul defterleri ve Türk ismi taşıyan şahadetnameleri   yok edilmiştir! Bu  sonuçları şu an görünmeyen ve bilinmeyen, geleceği  ağırlaşacak   BİR TOPLUMSAL SUÇTUR!
Ad bir anda değer kaybetmekte  ve  toplumsal fonksiyonlarını kaybetmektedir. O, tamamen silik, anonim bir bürokrasinin  elindedir. Dokunulmaz olması gereken
Adı’ almaya hakkın varsa, o zaman onur yok olmuştur, o zaman sana her şey müsaade edilmiştir. Hatta hayatını kaybetmiş kahramanların bile ‘Ad’ları hunharca, küstahça değiştirilmiştir (örneğin ölümünden sonra Yordanka  Nikolova ilkönce  Çankova olmuş, sonra ise, idare tepelerinde  rotasyona göre, yeniden Nikolova  olmuştur). Halkın hafızasından bilim adamlarının, toplum bilimcilerinin, kültür  faaliyetleri yürütenlerin  isimleri silinmiştir. Vatanımızın ne kadar şanı şerefi  çalınmıştır! Aynı zamanda milli ruhumuzun ifadesi  olarak şerefsizlerin isimleri dalgalanmaktadır. Biz Paris Konferansı’nda vatanın onurunu koruma çabasında  iken Vatan Cephesi’nin 31 Mayıs, 1 ve 2 Haziran’da başkentte ve taşrada, düzenlediği büyük gösterilerde Yeniden Yapılanma ve Açıklık Kulübünün  200-den fazla üyesi yuhalanmıştı. Siz, ezberlediğiniz “Hainlere ölüm!”, ”Ülkemizde Vatan hainlerine  yer yoktur!” sloganlarını  bağırıyorken, siz genç slogancılar, “hain” ilan ettiğiniz bu adamlar arasında bahsi geçen Vatan Cephesini, ölüm tehlikesi altında, kuranlar var olduğunu biliyor musunuz? Ve kendi temiz ilkeli doğuşunda, (daha uçuruma yuvarlanmamıştı) neden “Vatan Cephesi” adını aldığını biliyor musunuz? Bu, vatanımızın,  insanlarının din, etnik, dil, adet ve örf farklarını gözetmeksizin bir çatı altında toplamak, faşist, ırkçı ve irtica taraftarı olmamaları için yapılmıştı. Savaş,1942-43 yıllarında, Vatan Cephesi taraftarları olan ilk illegal olan öğrenci grubundaydım. Biz o zaman aydınlara karşı sloganlar kaldırmıyor, yurdumuzu faşizmden kurtarmak için elimizden geleni yapıyorduk. Korkunç olan  şimdiki güçsüzlüğümüzdür. Korkunç  ve ayıp! Bizim gençlik grubumuzu  kuran Yani Stoevski  bir mezarından kalksa da, bu günkü resmi, idarenin  malı olan Vatan Cephesinin  düzenlediği,  başında Lazar Stamboliev olan, kendi programına ters  düşen, şoven şiarları  kaldırılan şimdiki gösterileri  bir görse… Sofya sokaklarında, pencerelerimin altında  “Hainler mahkemeye!”, ”Soyunu satanlara ölüm!” sloganlarını kaldıranlara şu “açıklık” döneminde hitap edebilseydim, onlara ilkönce Vasil Levski’nin, özgür Bulgaristan’da beraber yaşayabilmesi, beraber temiz ve kutsal Cumhuriyet  kurabilmeleri için,  tüm milletlerin, menşei ve etnik tanımı, örf adet ve din, isim farklarına bakmaksızın, (yeter ki bu isim temiz olsun), serbest olması gerektiğini  vasiyetini hatırlatırdım. Osmanlı esaretinden kurtulduktan sonra bizim ecdatlarımız halen kanayan yaraları, acı hatıraları aştılar ve Türk azınlığı ile barış, anlaşma içinde, birliktelikte  yaşamaya  başladılar. Bu  birliktelik yüzyıldan fazla sürdü. Bu Müslüman vatandaşlarımızın  çılgınca ‘Ad’ değiştirilmesi olmasaydı, onların ana dilleri, adet ve örfleri yasaklanmasaydı, içerden ve dışarıdan nasıl provokasyonlar olursa olsun, buna inanıyorum, bu, evlerini, en yakınlarının mezarlarını, yarattıkları çiçek bahçelerini, yetiştirdikleri hayvanları, hüzün  bürünmüş ana toprağını bırakan sonsuz mülteci kervanları art arda dizilmeyecekti, bu insanlar   tek, bir ezilmiş İnsanlık onurlarını iade etme umuduyla, meçhule  adım atmayacaktı.
Bu insansız kalmış, benizleri sararmış tütün tarlaları, bu boşalmış  fabrika  mekânları, bu ailelerini  sınır ötesinde büyük serencamlara atılacağı beklentisi içinde olan insanların  boş bakan   bakışları- tüm bunlar beş yıl önce üzerlerine yapılan çirkin   şiddetin eseridir.
Neden bizim üst seviyeliler, Cagarov, Karaslavov, Abaciev, örnek vatanseverlik toslayanlar gibileri, kendi, menşei Türkçe’den gelen, soyadlarını  değiştirmediler? Bize yapılmasını istemediğimizi neden diğerlerine  yaptık? “Yeniden doğuş” sürecini  organize eden komplocular kimseye, ne uzmanlara, ne bu ‘Ad’ değiştirme şiddetine maruz kalacak insanların gerçek ruhunu tanıyan tarihçilere ve sosyologlara, ne de bu cefayı, baskıyı uygulayacakları  binlerce Müslüman vatandaşımıza, kimseye  bir şey sormadılar.
Bürokratlar, Müslümanlara göre insanın çehresi bir şey ifade etmediğini bilmezler, insan çehresi yaşlandıkça değişir. Bundan da camilerde insan çehreleri yoktur. Kişinin en kalıcı ifadesi   ‘Adı’dır. Onunla Müslüman insanların önüne, Allah’ın huzuruna çıkmaktadır. Onun doğuştan ‘Ad’ını alırsan, onu Allah, insanlarla  birlikteliğinden   koparırsın.
Bu kendisine saygısı olan her kişiye geçerli değil midir?
 

*Anonim suç yoktur. Bir avuç sorumsuz idareciler, suçlular bütün halkın önünde  açıklanmalıdır. Ama biz susmasaydık, bürokratik makine  böyle katı katına kör şiddetle çalışmazdı. İskra  Panova (1), Grudi Atanasov (2) gibi ayrı protesto edenler  vardı. Ama onların sesleri “çölde ses”ti. Bizim haksızlığa uğrayan kardeşlerimize  uygulanan suçun  sorumluluğu bizim hepimizin üzerine  düşmektedir.
Suçluyuz, evet  teker teker  hepimiz suçluyuz. Ve şimdi cezalıyız. Çalışan  ülkemizin dengesi bozulmuştur: fabrikalarda  emekliler
son kudretine kadar çalışmaktadır, öğretmen, öğrenci ve üniversiteliler  tarlalarda  kan ter içinde mahsul  toplamaktadır, memurlar inek fermalarında sağmayı  çayırlarda ot biçmeyi öğrenmektedirler. Yıl ise bellemediğimiz derecede mahsuldardır.
Bu yalnız başlangıçtır. Suçumuzu bizim çocuklarımız çok ağır bir şekilde ödeyecektir.
Belki bize beddua edeceklerdir. İnsan kökünden hayali zenginlikler, şüpheli büyük kazançlar için, maceraperestlikle ve turistik merakla seyahat  etmek  için  kopmaz. Yabancı ajanların uzaktan diktası ve yakından gelen tehdit  korkusundan insan  kökünden kopmaz.
O bunu  ezilen  ana dili  hakkını, dini inancı, örf ve adet için ve başlıca   ‘Ad’ını korumak için yapar.
Kişinin ‘Ad’ı telkinle ve kendi kendine telkinle insanın karakterini  ve davranışlarını  belirler. Milli kahramanlarımızın, özgürlük savaşlarında  düşenlerin (Rakovski, Karavelov’lar, Petkov’lar) nesilleri   soyadlarından   sanki kader tayini almıştır.
Ecdatların   örneği, ‘Ad’ları ile, kişi üzerine sanki rezonans etkisi yapmakta, “mühür”  vurmaktadır.
Küstahça  Adın  alınması, insan karakterine bir tahriktir. Gerçek kişiliğini göstermek  ihtiyacı  ekstrem tepkilere yol açabilir. Böyle bir tecavüzü uygulayan, insanın  karakterini tanımamakta, kendi karakterini tanımamış veya  kendisi karakter  sahibi değildir.
Despotizm kendi temellerini  kişiliksizliğin, silikliğin, karaktersizliğin, Adsızlığın üzerine kurar…Televizyonda gösterilen bir basın oturumunda, bürokratın biri bütün halkın önünde:
Her hangi bir Adın ne önemi var ki?” demişti…
Size, alınan  mevkiinin unvanı önemli  ise, onurlu insan için
Ad’ birinci derece  önemlidir.
Bir Adın inşası  uzun, zor ve fedakârlıkla  yapılan bir iştir. Ve kimse onu sizden alamaz, onu değiştiremez, onu karalayamaz.
Sonuçlar beklenmedik, Bulgaristan’ın Adı için felaket olabilir. (Bir ara şuuru kapanmış  bir komünist –enternasyonalist  kafasında, Vatanımızın  ‘Ad’ı değiştirilmesi fikri doğmuştu.) Bu ‘Ad’ı  biz her şeyden  üstün tutmalıyız, onu sürekli Dünya  ve kendi önümüzde yüceltmeliyiz, çünkü onu  yakışıksız işlerle yok edersek, bu yok oluşta, bizim de, ecdatlarımızın da, nesillerimizin de ‘Ad’ları yok olacaktır.
                                   ***

 


© Müslümanlar diyaneti. Tüm haklar saklıdır.